Pazartesi, Eylül 04, 2006

Yaşamsal Durumlar: 2. gün

Şimdi kaldığım evin nasıl bir yer olduğunu, neye ne kadar para ödediğimi, mesela burda klasik bir kahvenin ne kadar olduğuna dair arkadaşlardan gelen sorulardan dolayı gözlemlerimi daha sonraya bırakarak yaşamsal konulara geçiyorum. Ha, bir de, günlüğü günü gününe tutmamanın cezaları.

İlk gün ev aramadan önce okula gidip bölüm sekreterine kendimi tanıtmanın iyi bir fikir olduğuna vardım. Bir de kayıt olmak için götürmem belgeler de vardı. Bölüm sekreteri tahminimden genç biriydi ve tanrım burada bütün gün oturmak için fazla genç ve güzeldi. Okulda yapmam gereken tek iş fakülteye uğrayıp diplomamı vermem gibi görünüyordu. Günün geri kalanında not aldığım ev ilanlarının sahiplerini arayabilmek için bir telefon hattı edinmek ve daha da önemlisi, telefonumun şarjı bittiğinden, şarj ya da burda kullanılan prize dönüştürücü almam gerekiyordu. Genç ve güzelce (kısaca gg) sekreterimiz bana okula çok yakın bir alışveriş merkezi tarif etti, otobüs hatlarının gösterildiği şehir haritasını almış olduğumu sorup olumlu yanıt aldı benden ve kampüsün haritasını, yanımda olmadığı için printerdan bastı. Evet, okul o kadar büyük bir alana yayılmış ki, ve bir sürü bina var, yürürüm karşıma çıkar diye bir şey söz konusu değil. Linkte göreceksiniz, kampüsün Richmond caddesi üzerindeki kapısından ortalarındaki binaya yürümem 15 dakikadan fazla aldı.

Fakülteye gidip diplomamı ve pasaportumu gösterdim, o kadar. Ne fotokopi verdim ne de diplomamı bıraktım. Göçmen bürosunda da herhangi bir fotokopi almamışlardı, benden çok çalışanlarına güveniyorlar diye düşünmeye başladım. Kadın belgelerime baktı, ekrandakiyle kontrol etti, artık kayıtlısınız dedi ve beni kayıt işlerine yolladı. Kayıt işlerinde yeni dönem nedeniyle gelenlere yardımcı olan iki çalışan öğrenci vardı, işlerini çok ciddiye alıyorlardı. Adım kimliğe yanlış basıldığı için iki kere kuyruğa girmem gerekti ve yeni olduğumu söylememe rağmen hangi formları doldurmam gerektiğini söylemediler. Kuyrukta beklerken tesadüfen öğrenip ikinci sefer zaten kuyruğa girmişken onu da hallettim.

Kampüs içinden otobüsle alışveriş merkezinin olduğu yere gidip herkesin indiği yerde indim, etrafta bir sürü bağımsız bina şeklinde dükkanlar vardı, ama alışveriş merkezine benzer bir yer görünmüyordu. "Mall" dedikleri şeyin burda bir arada bir sürü mağaza mı olduğu, yoksa bir sürü mağazanın olduğu bir bina mı olduğunu merak ederek yürümeye başladım. Bir 15 dakika sonra vazgeçecekken kapısını gördüm. Sanırım her ikisi birdendi. İlk iş bir telefon hattı almaktı, telefon şirketlerinin dükkanların etrafında köpekbalığı gibi turlar attıktan sonra birindeki genç çocuk yardımcı olabileceğini söyleyince, bana farklı telefon planlarını anlatmaya başladı. Epeyce uzun soru-yanıttan sonra broşürleri alıp düşüneceğimi söyledim. Sonra reklamlarını ve görsellerini beğenmediğim daha yaygın olan şirketin dükkanına girdim, içerisi kalabalıktı. Planlarını anlatan adam nereyi aracağımı sorunca söyledim, o da Makedonmuş. Burda insanlar ülke isimlerini duyduklarında belli bir tavır ya da yüz takınmıyorlar, en azından şimdiye kadar olumsuz bir yüz ifadesi görmedim. Ordan çıkıp ilk uğradığım dükkana gidip bir cep telefonu hattı aldım. Burdaki sıcakkanlı ve konuşkan çocuğa
nerde dönüştürücü bulabileceğimi sordum, söyledi. Kendi de geldiğinde bir sürü dönüştürücü almak zorunda kalmış, o da Ürdün'den gelmiş.

Telefon ve elektrik işlerini halledip, kahvenin yanında krosan yedikten sonra otobüsle pansiyona döndüm. Gece yemek için şehir merkezine ya da burada dendiği şekliyle "downtown"a yürüdüm ve burada öğrenci olan birinin tavsiye ettiği italyan restoranını buldum. Bulmam zor olmadı çünkü aynı cadde üzerindeydi ve odadan çıkarken yemek yiyebileceğim yerlere internetten bakıp adreslerini almıştım. Makarnaya o kadar malzeme katmışlardı ki, çok ağır olmuştu, bitiremedim. 4-5 kere bir bahaneyle masaya uğrayan garson "paket yapmamı ister misiniz?" diye sordu. Kendimi zorlayıp yemiştim zaten ve bu kadar ağır bir yemeği bir de eve götürmek düşüncesi tuhaf geldi. Odama döndüğümde ev ilanlarına bakacaktım ama yorgunluktan bayıldım.


Ertesi gün yine okula gidip yapabileceğim bir şey var mı diye baktım. İstanbuldan yakın arkadaşımın yakın bir arkadaşı ile tanıştım, Matematikte post-doc yapıyordu, birlikte öğlen yemeği yedik. Ev bakabileceğim bölgeleri söyledi. Sonra aynı bölümden gayet konuşkan Hintli bir arkadaşı da bize katıldı, konuşma ilerledikçe buluştuğum arkadaşın-arkadaşı-benim-de-arkadaşımdır rahatladı ve ev bulamazsam onda kalabileceğimi söyledi. Bu büyük bir rahatlamaydı benim için çünkü pansiyon sahibi günde iki kere ne kadar kalacağımı soruyordu, "o gün de kalacak mıydım". Kadına perşembeye kadar burdayım dedim, haftasonuna başkaları gelecekmiş.

Okuldan pansiyona dönüp yeni telefonumla ilanları aramaya başladım. En azından elimdekilerden başlayabilirdim, sonra internette yeni ilanlara bakabilir, ev ilanları gazetelerini tarayabilirim diye düşündüm. Telefonla ulaştığım insanlardan biriyle randevulaştık, daha sonra diğeri de bana 7'de birinin geleceğini ondan önce gelmemi söyledi. Bu sonuncusuyla İstanbul'dan yazışmıştım ve iki büyük köpeği olduğu için heyecanlanmıştım. Her iki yeri de haritada kontrol edip nerden gideceğime ve yürümenin ne kadar süreceğine baktım.

İlk ev, çalışan 20'lerinde genç bir kadınındı. Kendisi bodrumda yaşıyordu, üstteki 4 odayı da tek tek kiraya veriyordu, odalar giriş katında olmalarına rağmen karanlıktı ve döşemeler eskiydi. Oda tutacak ilk kişi olacaktım ve diğerlerinin kim olacağını haliyle belli değildi. Evde herhangi bir mobilya yoktu. Kadına başkalarıyla kalacaksam yaşı büyük yükseklisans öğrencileyle kalmayı tercih ettiğimi söyleyip teşekkür ettim.

Diğer eve varmam on dakika almadı, evde tamirat, odada boya badana vardı. Evsahibi Tara sıcakkanlı ve konuşkan biriydi, maillerinden tahmin ettiğim gibi rahat biri. İlk görmek istediğim ev burasıydı ve oda henüz boyandığı halde büyük ve ferah görünüyordu. Tara ile sohbet etmeye başladık ve odayı isteyen diğer kişinin belgelerle 7'de geleceğini söyledi. Yani o gelene kadar karar vermem için bir saatim vardı oysa burası fiziksel olarak gördüğüm ikinci evdi. Birkaç yer daha bakmak istiyordum, en azından listemdekileri. Başka yerler görünce daha iyi karar verebileceğime dair bir his daima vardır, olasılıkların tümünü bilmek ister insan. Diğer yandan da 20 küsür eve baksam da dönüp dolaşıp burda karar kılacak olmanın da salakça olduğunu aklımdan geçiriyordum. Tara ve şu anda odayı boyamakta olan daha genç ev arkadaşı Tyra sakin ve rahat insanlara benziyorlardı ve onlarla sohbet doğal bir şekilde akıyordu. Ve elbette köpekler. Kocaman aklıbaşında erkek bir St. Bernard ve dişi bir English Sheepdog. Tara beni sevdiğini söyleyip kirayı benim için biraz düşürmesine rağmen başka yerlere de bakmam gerektiğini ekledi, bu arada arka taraftaki sundurmayı inşa eden eski erkek arkadaşı emlakçılık da yapıyordu ve elindeki yerleri görmem için beni birkaçına götürdüler. Öğrenci evi dedikleri şey her yerde çok farklı değil anlaşılan. Uyanık evsahipleri de öyle. Çok odalı olsun diye öğrencilere kiralayacakları evleri bir sürü tabut gibi odaya bölüyorlar.

Biz sohbet ederken odanın diğer taliplisi olan çocuk geldi ve evde dolaştı biraz. Tara kağıtlarında bir eksiklik olduğunu söyleyerek ertesi gün gelmesi için yolladı çocuğu, oysa derdi odayı benim tutmamdı. Seçeneklerimi görmüş olmasam da gördüğüm ilanlardan ve buraya daha önce gelmiş olanların anlattıklarından çıkardığım, ya bilmediğim insanlarla bir öğrenci evinde oda tutucağım, ya tek başıma yaşayacağım bir stüdyo tutucağım, ya da on gün bekleyip beraber taşınabileceğim insanlarla taşınmayı bekleyeceğim. Kendi başıma yaşayabilmek için de bir ev kurmam gerekiyordu ve o para bende kesinlikle yoktu. Bir aile yanında oturmak da tanımadığım parti delisi öğrencilerle yaşamak kadar kötü görünüyordu; bir başkasının düzenine eklemlenmek istemediğim için. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, tüm konforuna rağmen kaldığım pansiyondaki durgun temizlik kokusu yerine bu köpek kokusunu tercih ettiğimi farkettim. En önemlisi iki kadın da güleryüzlüydü, bilmeyenlere bir şey ifade etmeyebilir ama Nova Scotia'lıların çok sıcak insanlar olduğunu duydum sonradan. Yaklaşık 3 saat sonra hala evdeydim ve kendimi çok rahat hissediyordum. "Tamam tutuyorum" dedim, çılgıncaydı, çok heyecanlıydı, son ayın maaşını (bizim orda buna depozito da denir) ödeyip kontratı imzaladım. Ve pansiyonuma oda bulmuş biri olarak döndüm.

Hiç yorum yok: