Çarşamba, Eylül 06, 2006

London bi ri ki: Alışveriş

Alışveriş yapmanın yapılacak en eğlenceli şey olduğu bir şehir düşünün. Burada gidilebilecek en büyük ve düzenli iç mekanlar büyük marketler, ve büyük derken kesinlikle "büyük" kastediyorum; herşeyin küçüğü güzeldir dedirten bir büyüklük. Şu yeryüzünde neler de yapıyorlar seyirliği. Diğer taraftan da isteyince aynı anda nelere ulaşılabileceğini görmenin tatmini. Bir tür ön sevişme.

Son bir hafta içinde altıdan fazla kocaman markete girdim, son iki gün içinde üç. Her seferinde koridorlar arasında gezmek ve sadece neler olduğuna bakmak bile çok uzun sürüyor ve dolayısıyla bugün epey bir yoruldum. Raflardaki şeylere aval aval bakıyorum, aynı şeyden on marka oluyor, on markada da üç dört farklı türü. Dolayısıyla tam birini almışken yanındakileri farkediyorum, onların fiyatlarına bakıyorum, sonra bir yandakileri farkediyorum, ve kapitalist düzende her müşteri akıllı olmalı ve iyi hesap yapmalı düsturunu kanıtlarcasına her bir marka farklı gramajda, veya katkı madde oranları farklı. Saatlerimi market raflarına bakarak geçirmek istemememe rağmen, nelerin olduğunu en azından görmek gerektiğini düşündüm.

Zaman konusunda haftasonu şanslıydım. İstanbul'dan arkadaşların burda matematikte post-doc yapan arkadaşıyla bizim carrefour ayarında ama daha ucuzca olan bir markete gittik. Kıyafetten banyo aksesuarlarına kadar evde kullanılan herşeyin olduğu bir yer. Aslında yine matematikten ve yine Türk olan arkadaşını götürüyordu, beni de yolda aldılar. Neyse ki hazırlıklıydım, fırsatım olursa almak istediğim şeylerin bir listesini yapmıştım. (Liste canavarı oldum son bir senede.) Listeyi arka cebime koyup dolaşmaya başladık. Post-doc matematik benle dolaşmıyor olsaydı listemdekileri bulup seçmem kaç saat alırdı kestiremiyorum. Odama biri ayaklı biri masaya iki lamba, kahve makinesi, iki yastık, askılık, çöp kovası gibi şeyler yanında çok az da besin aldım. Diğer post-doc buluşma yerine sözleştiğimiz saatten 40 dakika sonra geldi, çok özür dileyerek.

Dün gece evsahibim Tara yiyecek birşeyler almak için alışverişe gideceğini söyledi ve beni yine çok ucuz ve büyük başka bir yere götürdü. Geçen sefer pek de yiyecek birşey almadığımdan ve kışın da yaklaştığını, mesela insanın arada çorba neyin canının çekeceğini düşünerek, ama sürekli fiyatlara bakarak, kimi zaman "bu nedir" ya da "bu hazır mı pişiriyor musun" gibi sorular sorarak dolaştık. Tara defalarca, dolaşmaktan keyif aldığını söyleyerek beni rahatlattı. Eve geldiğimizde aradan saatler geçmişti.

Lambalar, bol ışık, kendime ait çöp kovası (insan odasında çöp kovasına ihtiyaç duyacağını hiç aklına getirmiyor ne tuhaf, oysa elinde bir çöp olduğunda her seferinde mutfağa çöpe gitmek ne eziyet!) ve işte kendimi evimde hissettirecek ... evinde ne demekse, mekanı kendimin hissettirecek ve orda rahat etmemi sağlayacak şeyler. Nesnelere bağımlılığımız böyle durumlarda daha belirginleşiyor, mesela tatile çıkarken, mesela taşınırken, mesela birşeyleri artık atmaya karar verdiğimizde. Ve elbette bir de terlik! Tüm amaçlarıma aynı anda hitap eden, hem kışa hazırlık, hem kendimi rahat hissetme, işte ne saydıysam: içi muflonlu, aslında sokakta giymek için tasarlanmış çok rahat süet bir ayakkabı. O kadar rahat ki sokakta da giymek istiyorum ama burda ne zaman yağmur yağacağı belli olmuyor.

Mesela bugün sabah bulut yoktu, okula vardığımda sağanak oldu belki yirmi dakika kadar, sonra güneş açtı ve yağmur sonrası yaptığı gibi çok sıcak oldu. Öğleden sonra hava kararıp kocaman dolu taneleri yağdı, sonrasında da bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Biz o sırada Tara'yla birazdan anlatacağım marketteydik ve arabada köpek olduğu için camları aralık bırakmıştık. Yağmurda arabaya gidemedik, işimizi bitirip belki bir saat sonra arabaya döndüğümüzde koltuklar ıslanmıştı ve hala dolu taneleri erimemişti. Altımıza naylon torba yayıp oturduk. Bu arada, hava durumuna geçmişken, Eylül ortasından yaklaşık Ekim sonuna kadar burda kasırga mevsimiymiş. Yağmur sağanakları ise olağan bir şey, söz etmeye değmez. Şehir bu kadar yeşil nasıl oluyor sanıyorsunuz.

Bugün Tara'nın beni götürdükleri yerler "artık aşmışsınız" dedirten cinstendi. Hani İstanbul'un çeşitli yerlerinde açılan HerŞeyBirMilyon dükkanları var ya, burada onun adı Dolarama, ve herşey bir dolar, daha pahalı asla bir şey yok, sadece daha ucuz şeylerin fiyat etiketlerini koyuyorlar. Ve bu söylediğim yer orta boy Migros büyüklüğünde ve insanın aklına gelmeyecek, bunu acaba nerden bulurum diyeceği türden şeylerle dolu. Yiyecek çok az şey vardı ama ülker susamlı çubuk ve rulokat vardı, dayanamayıp rulokat aldım.

Ordan çıktığımızda arabada kenarından yırttığımız naylon torbaların üzerinde oturuyorduk, ve aslında tam da güne yakışır bir halimiz vardı. Arka koltukta oturan Isis'in halinden, bizi saatlerce beklemekten en ufak bir şikayeti yok gibi görünüyordu. Yeter ki bizimle olsun, arabada olsun, dolaşsın. (Isis dişi olan Sheepdog'un adı; St. Bernard'ın adı Adonis, kedinin ise Moses). Yakın olduğu için Tara dayanamayıp beni başka bir yere götürdü; alışveriş çılgını olduğunu zaten çoktan itiraf etmişti ve benim de pek aşağı kalır yanım olmadığı gördüğünden keyfi yerindeydi. Burası da ana mağazaların satamadığı şeyleri satan gene büyük bir yerdi, bir kısmında yatak odası takımı, koltuk takımı gibi şeylerin olduğu mobilya bölümü, gerisinde ise best-seller kitaplardan sabuna, örtüden muma, ve yine çok az yiyeceğin olduğu bir yerdi. Tara yeni yatakodası takımını buradan almış, aynısından iki tane daha vardı. Buraya bakan ve Tara'yı buradan tanıyan adam tıknak, göbekli ve sakallı bir adamdı (isimleri hemen unutuyorum her zamanki gibi, belki daha çabuk). Adamla konuştukça adama "Amca" diyesim geldi, insan birinin yanında bu kadar mı rahat ve aileden hisseder, üstelik ilk saniyeden itibaren, üstelik ben! Amcama İstanbulu dolaşmak için en az bir hafta, en iyisi on gün gerektiğini söyledikten sonra yanından ayrıldığımızda kesin akdenizli veya balkanlı olduğuna hükmettim.

İçerisi daha çok raflı bir bit pazarını andırıyordu, insanda herşeyi karıştırma ve elleme gereksinimi uyandıran türden. Burda 100'lük deste halinde kaliteli kağıt ile post-it bulduğuma sevindim, ayrıca yine mekanı kendileştirmek için mum almam ise tamamen alışveriş çılgınlığına kendimi kaptırıp, nasıl da bazı şeylere gereksinimim olduğuna kendimi inandırıp hatta ikna edip, hemen ardından, artık eve dönsek çok iyi olur, yorulduk da üstelik ve acıktım da, bir de saç kurutucu bulsaydım iyi olurdu, şu krakerlerden ister misin ...

Zor ve yorucu bir gündü. Alışveriş günün sadece yorucu olan kısmıydı.

Hiç yorum yok: