Cumartesi, Kasım 25, 2006

İngilizce'deki eksik deyimler

Türkçe'de olup da İngilizce'de olmayan kelimelerin listesini yapmaya kalksam epey uzun bir liste olacağından hiç şüphem yok. Tam tersi bir listeyle hiç ilgilenmiyorum şu an, ne de olsa kendimi başka bir dilde ifade etmeye çalışırken diğer liste benim pek ilgilendirmiyor.

En başta İngilizce'ye katmak istediğim iki kelime var: "hadi!" ve "geyik", "geyik yapmak"tan gelen "geyik" elbette. "Geyik yapmak" deyiminin yanına yaklaşabilen bir deyim bile yok. Oysa biz hem deyimi hem de eylemin kendisini çok severiz. İngilizce argo dağarcığı benden daha geniş olan biri bir karşılık biliyorsa blogumla paylaşırsa çok sevinirim. Bundan Kanadalıların geyik yapmadığı sonucunu çıkarabilir ayrıcana. Sürekli konu değiştiriyorlar başım dönüyor, bir süre sonra zaten referanslarını da bilmediğim için Fransız gibi kalıyorum. Daha doğrusu, konuşmalar Çince gibi gelmeye başlıyor. Oysa aynı konuyu dalağını yarana kadar deşmekten daha zevkli ve de boş bir kolektif üretim var mı?

İngilizce'de bir de minnet veya üzüntü içeren, yani karşındakinin duygularına bir şekilde sempati duyduğunu göstermek için kullanılacak deyim dağarcığı o kadar sınırlı ki; "good for you", "that's too bad" den başka bir şey aklıma gelmiyor, ve bunlar da çok klişe veya sıradan olduğu için kullanmaktan imtina ediyorum. Başka varyasyonları da "I am sorry for you" veya tam tersi için "I am happy for you." Bu anlamda gayet güdük bir dil, bu nedenle de karşındaki kişiyle diyalogun samimiyet derecesini dille konuşarak ifade edemiyorsun. Tabii çok samimi ve eşit bir durumdaysan "shit!" de denilebilir, "çok şaşırdım ne kötü" babında. Kısaca karşındakiyle duygusal bağı ifade etme ve hatta yaratma deyimleri o kadar sınırlı ki, Türkçe ne kadar duygusal bir dilmiş onu farkettim. İngilizce'de birini kutlamak için benim nedense hiç sevmediğim "congratulations!" dan başka bir şey bilen var mı? Ya da mesela "takma kafana" nasıl denir? Biraz daha argo çalışmam lazım sanırım. "Too bad, so sad" n'apalım!

Mesela şu deyimleri diyememek tuhaf oluyor: "hadi gene iyisin", "bu da geçer, boşver" , "bundan iyisi can sağlığı", "iyi yapmışsın", "öküz müsün ne?", "canına bir halel gelmesin de" ya da "gelen mala gelsin", "geçmiş olsun" (bir sürü anlamıyla), "ooh, canına sağlık", "iyi yaşa" ("çok yaşa" yerine), "aaay ne kötü", "gözün aydın", bir de ilk duyduğumda çok şaşırdığım ve hala da kullanamadığım "allah kavuştursun". Tabii bir de "kolay gelsin."

Bir de mesela gene bu minvalde, İngilizce'de bir karşılığı olmadığı için "afiyet olsun" yerine "bonne appetit" kullanılıyor, ama "ellerine sağlık" yerine geçebilecek bir deyim yok. Zaten ilki de pek kullanılmıyor. Yemek yemek bizdeki gibi insanları bir araya getiren bir tören olmaktan çook uzaklaşmış. Şükran günü dışında. Burdaki ilk şükran günümde, evde kalan diğer kadınla beraber yemek yapıp sonra ayrı ayrı yemek yemiştik, "bu kadar yemek neden yapıldı peki ayrı yemek yiyecektiysek" diye de garipsemiştim durumu.

Pazartesi, Kasım 20, 2006

just a perfect day, o la la

"It's just a perfect day", and I don't know a more ironic lyrics ever.

saçma salak anlar

yazdıklarımı kimse okumuyor diye bir hisse kapılıyordum ama sonra bir iki arkadaşım yazılarımı beğendiklerini söylediler, mutlu oldum. yazmak kendi başına mutlu ediyor zaten ama insan merak da etmiyor değil, kimse okuyor mu diye.

başıma gelen saçma salak şeyleri yazacağım bugün. içimden geldi. ilk yazımdaki gibi, kendimi eğlendiriyorum, belki başkalarını da eğlendiririm umuduyla.

köpek gezdirmenin incelikleri
ilk geldiğim günlerden birinde, uysal ve salak kuzu köpek İsis'i yürüyüşe çıkarmıştım. Adonis farketmesin de kıskanmasın diye biraz uğraş vermek gerekti. Neyse, çıkardım, önce koşturuyordu ama epey de söz dinliyordu. sokağımda bir iki yüz metre yürüdükten sonra ön bahçesinde bir sürü bitki çiçek olan bir evin önünde durdu; köpek gezdirmenin güzel tarafı ne zaman durup ne zaman koşacağımızı ağırlıkla köpeğin belirlemesi. köpeğinizle ilişkinizin şeklini beraber yürürken daha iyi anlıyorsunuz, o size ne kadar uyuyor, siz ona ne kadar uyuyorsunuz. sanırım aynı şey insanlarla olan ilişkiler için de söylenebilir. mesela bir çiftin beraber nasıl yürüdüğüne bakarak onların ilişkisi hakkında fikir yürütebilir insan. demek ki neymiş: ilişkinin başlarında sevgiliyi şöyle uzunca bir yürüyüşe çıkarmak gerekliymiş, kolunuza mı yapışıyor yoksa sizden üç adım önde mi koşturuyor diye görmek için. evet evet, insan sevgilileri birlikte yürüyüşlerine göre sınıflandırabilir, çok eğlenceli, mesela yürürken size sakat muamelesi yapan bir tür var ki, benim en katlanamadıklarımdan. kimilerinin hoşuna gidiyor bu belli ki. bir de alışverişe çıkmak gerekli birlikte en erken zamanda. şöyle bir elkitabı yazabilirim: "sevgilinizi tanımanın yolları" ve daha büyük fontla alt başlık da: "aşkın gözü kör ama şeytan ayrıntıda gizli."

neyse, bahçesinde durduğumuz evin sundurmasında bir adam oturmuş kitap okuyordu, biz bahçesinde durunca bize bakmaya başladı. köpeğin uzun durma nedenini açıklamama gerek var mı bilmem, epey büyük ve yumuşak bir ürün ortaya çıkarmakla meşguldü. köpekle yürüyüşe çıkıp da yanıma naylon poşet almayacak kadar salak olduğumdan adama bakmamaya çalışarak kendi kendime söylenmeye başladım. herşey gün gibi aşikardı, kaçacak bir yer yoktu ve yer yarılsa da dibine girsem anlarından biriydi. adam ayağa kalkıp poşet isteyip istemediğimi sordu ben de gayet tabii, memnuniyetle kabul ettim ve onu rahatsız ettiğim için özür diledim. adamın yanıtı çok şıktı: "kendim temizlemektense kalkıp poşet getirmeyi tercih ederim." İsis'in sanat eserini poşete alıp adama "bahçeniz çok güzelmiş" deyip iyi günler diledikten sonra sergi alanından uzaklaştım. neyse ki adam çok kibardı. daha henüz okul başlamamıştı, adam umarım hocalarımdan biri çıkmaz diye dua ede ede eve döndüm.

"ödevimi yapamadım öööretmenim"
geçen hafta bir gece evde yalnızken tuvalette elimde kapı tokmağıyla içeride kilitli kaldım. saat gecenin iki buçuğu ve evsahibim eve işten bir saat sonra gelecekti. tokmağa bakıp yerine oturtmaya çalıştım, haliyle, ama boşa dönüyordu. tokmaksız elle döndürmenin de yolu yoktu, etrafımda pense işlevi görebilecek bir şeyler aradım, havluyu denedim elim acımasın diye. kapının menteşelerine baktım, kapıyı itmeye çalıştım. gecenin bir yarısı yarım metrelik bir tuvalette kilitli kalmıştım. kapının dışındaki köpeklere seslendim ama beni kurtarma gayretinde bulunmadılar. tokmağı yerine oturtabilmek için kilidin vidalarını saatimi kullanarak söktüm. tokmak gene boşa dönüyordu. doktora öğrencisinin bahanesi bulundu böylelikle: "gece tuvalette kilitli kaldım, ödevimi yapamadım." bir yandan da alt katta yaşayanların bu saatte ayakta olduklarını biliyordum, benden de geç yatıyorlar. sesimi nasıl duyursam, ne diye bağırsam diye düşünürken son bir kere daha denemeye karar verdim. hani insan tüm kalbiyle ve son bir umutla "hadi son bir kere, lütfen" der ya, oldu, kapı açıldı. topu topu beş ya da on dakka kaldım içerde, altkatta yaşayanların bağırırsam geleceklerini bildiğimden çok panik yapmadım ama yarım metrelik bir kutuda mcgayvercılık oynamak da epey salakçaydı. uyardığım halde ertesi gün evsahibim kalmış içerde, ben evde olmadığım için zıplaya bağıra çağıra aşağıdaki adamı çağırmış. adam gülmekten altına yapıyormuş nerdeyse.

daha yüz kızartıcı salak anılarımı yüzyüze, canlı anlatmayı tercih ediyorum, merak edenlere, mimik, taklit vs. yapmam gerekiyor çünkü.

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Köpek polisleri ve haz ilkesi

Köpeği olanlar bilir, olmayanlar şimdi öğrenecek. Dişi köpekler regl olduktan sonra kızışıyorlar. Bir koku salgılıyorlar ve bu koku da erkek köpekleri deliye çeviriyor. Ben de bilmiyordum yeni öğrendim, tabii bir de köpeklerin periyod sonrasında hamile kalmaya çalışmaları ayrıca ilginç. Bu konu da nerden çıktı diyenler sayfanın biraz aşağısındaki "dişi köpekler de..." diye başlayan yazıya bakabilirler. Dolayısıyla dişi köpek Isis kokusunu salgıladı ve erkek köpek st. bernard Adonis deliye döndü, bir haftadır uyumuyor, yemek yemiyor, sürekli dişi köpeğin etrafında dört dönüyor. Köpekleri ayrı tutmak pek mümkün olmuyor çünkü Adonis gırtlaklanan horoz sesleri çıkarmaya başladığından komşular şikayet edip "köpek polisi"ni çağırırlar ve köpekler de "köpek hapishanesi"ne götürülür diye korkuyoruz. Evet burda köpek polisi diye bir şey var, "dog cop" deniyor günlük dilde, etrafa rahatsızlık veren köpekleri sahiplerine rağmen alıp köpek hapishanesine götürüyorlar ve köpeklerin kredilerine işleniyor bu. Ha bir de burda köpekler dahil herkesin kredisi var, ya da "credibilite"si, mesela araba sigortan için sigorta kredine bakılıyor ona göre primin azalıyor ya da artıyor, kredi kredibilitene göre bankadan kredi alabiliyorsun vs. "Kredibiliteni söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." Bir kere hapse atılınca köpeğin sahibi de köpeğin kefaletini ödeyip cezasına göre sokağa çıktığında ağızlık takmak gibi yaptırımlarla köpeğine geri kavuşuyor. Şimdi köpek polisi bir kenara, köpeklerin kısırlaştırılmamış olmalarına mı yanayım, yoksa bir şey yapamamalarına mı bilemiyorum. Güdüleri ne kadar kuvvetli olsa da evde yaşayan evcil hayvanlar bazen yapmayı bilemeyebiliyorlar, Adonis Isis'i baştan aşağı yalayıp duruyor, Isis de kıçını yere koyup oturuyor. Peki 3 aylık haydut kedi yavrusu Moses'e ne demeli, üzerimden zıplayıp etrafta koşturuyor, sonra sandalyemin arkasından bana saldırıyor. "Oyun istiyor ablası."

Köpeklerin aşk hayatından başlayıp insanlarınki üzerine çıkarımlar yapacağımı sananlar şu an çok yanıldıklarını anlayacaklar. Hayvanlarınkine aşk dememeli, birbirlerine tutkuyla bağlı olsalar da hayvanları güdüleri, insanları da korkuları yönetiyor. Ama daha iki gün önce Freud'un en spekülatif ve psikanalizi katlettiği söylenen kitabı üzerine sunuş yapmış biri olarak bu türden geyiklerin nasıl da olmadık yerlere varabildiğini hayretle görerek yoğurdumu üfleyerek yiyeceğim. Mesela o metinde Freud tek hücreli hayvanlardan yola çıkarak evrende iki temel ilke olduğu fikrine varıyor. Yani asıl amaç insan dürtülerini anlamakken, tek hücreli organizmalardan yola çıkarak evrende bir haz (yaşam) bir de ölüm dürtüsü olduğunu öğreniyoruz. Haz dürtüsü organizmanın yaşamasını sürdürerek çoğalmasını söylerken ölüm dürtüsü organizmanın sabit kalmasını veya korunmasını ve kendi doğasının belirlediği şekilde ölüme doğru hareket etmesini söylüyor. Ölüm dürtüsü organizmanın haz peşinde koşup kendini güzel Türkçemizde dediğimiz gibi helak etmesi yerine korunmasını ve bir önceki evreye dönmesini sağlıyor. Organik yaşamdan bahsettiğimize göre bir önceki evre inorganik evre, yani yaşam öncesi, yani ölüm. Aynen böyle diyor. Yani tüm organik dünya, inorganik olma dürtüsü taşıyor.

Bu dürtülerin insanda nasıl işlediğini çok anlamadım, yani sadistik dürtüler başka cinsel (yani yaşamsal) dürtülerin dönüşmüş halleri mi yoksa ölüm dürtüsünün uzantıları mı? İnsanda haz ilkesi, bünye dış dünyanın verileriyle (uyarılarıyla) karşılaştığı için gerçeklik ilkesiyle dengeleniyor. Yoksa aç kalıp ölebilirdik mesela. Konuyu bağlamam gerekirse, gerçeklik ilkesi bir tür polis işlevi görüyor ve bünyeye fazla rahatsızlık veren dürtüleri bastırıyor. Adonis biraz önce uyumaya başladı. Sanırım bir hafta uyuyacak. Sanırım köpeklerde bir gerçeklik dürtüsü falan yok, bünyesi çöktü hayvancağızın sadece.

Cuma, Kasım 03, 2006

filozofikus domestikus

Sonunda domestikleştim, yani odam daha evcimen hale geldi ve zaten hava dışarda sürtüp bisiklete binmeye elvermeyecek kadar soğuduğundan, odam da konforlulaştığından dolayı içerde kalmaktan gayet mutluyum.

Nerdeyse hergün hava durumunu takip ediyorum, şu an resmi olarak -2, hissedilen -8. Kim hissediyor, nasıl ölçüyorlar bilmiyorum ama asıl önemli olan hissedilen derece, ha bir de rüzgarın hızı. Burda küfür kullanmanın çok doğal sayıldığından bahsetmiş miydim?

Ortamın samimiyetine bakıyor tabii, ama yaş veya mevki önemli kriterler değil daha çok nasıl insanlarla konuştuğunla ilgili. Çok doğal sayılan başka bir şey de derste, otobüste vs yemek yemek. Ne olursa. Dersin ortasında birinin çantasından plastik kabını çıkarıp içindeki şeyi, veya sandviçini veya biraz önce aldığı pizza vs yemesi, elmasını kemirmesi gayet doğal karşılanıyor. Görgü kuralları, yenen şeyin diğerlerinin iştahını açacak kokular yaymamasını ve derste meydana geliyorsa söz konusu eylem çok ses çıkarmamayı içeriyor sadece. Ama derste film izlerken, öğrencilerin mesela patlamış mısır yediğini de gördüm, yani duydum. Endişelerimin arasına başkalarının yanında onlar yemezken bir şey yemeyi de katmış olduğumdan ya aç kalıyorum, ya da etrafımda kimse yokken yiyorum. Bu tamamen gittiğim ilkokulla ilgili. (Bu da günün oto-analizi oldu.) Bir de termos ya da şişede su, kahve veya çay taşımak, bilumum anlarda o sıvıları tüketmek, ve bi de yemeği evde hazırlayıp yanında taşımak çok olağan. Hatta herkesin elinde su şişesi, içtikçe güzelleşiyorlar. Şişe suyun kola fiyatına satıldığını, ama musluk suyunun içilebilir olduğunu da ekleyeyim. Merak edenler var da, bir arkadaşım fiyat soruyor bana sürekli, makinelerden alınca su (ve kola) 2 dolar. Evet, küçük şişe su. Ama işte her yerde fiyatlar değişiyor, bu en pahalı fiyatı. Bir de tüm fiyatlara ödemeyi yaparken kdv ekleniyor. O yüzden what-you-get-is-not-what-you-see.

Bugün arkadaşlarımı düşündüm. İşte, dostlarımı. Tek tek. Kış bunalımım geliyorum diye sanırken çoktan gelmiş bile. Bir de yıldızların ışığının milyonlarca yılda yeryüzüne ulaştığını, hatta gördüğümüz yıldızların bazılarının o anda aslında sönmüş olduğunu düşündüm. Bunu bilerek yıldızlara bakmanın da bir tür zaman kaleydoskopuna bakmaya benzediğini. (Başlığı hakettim şimdi, di mi?)

Bu arada, evdeki kedi etrafa işeyip koku egemenliğini ilan etme çabalarını sürdürürse çok yakında gidici. Bakınız, menekşemin çiçeklerini yerken:



Sandalye tepesinde okumaktan çok bunalıp sonunda dayanamayıp koltuk ve düzgün sandalye aldım geçen hafta. Koltuğum (
love seat deniyor burda, iki kişilik olduğu için, ama sofa diyen de var, ben kısaca koltuk diyorum) eve geldiğinde çocuklar gibi sevindim, taşıma masrafına verdiğim paranın üzerinde fazla durmayacak kadar. Odamdaki kullanılmaz durumda olan şöminenin önüne tam sığdı, içim içime sığmadı. Bilmiyorum, insan böyle bir şeye bu kadar sevinir mi, seviniyor işte. Odamın yeni halinin fotoğrafını çektim hiç zaman kaybetmeden. Fotoğrafların eşyaları ve mekanı olduğundan güzel göstermesine bayılıyorum. Bir de halefime inat (ve de nispet) çalışma masamın fotoğrafını ekliyorum.

sn: başlık "tatlı su filozofu" gibi oldu biraz ama, tatlı suların da filozofa ihtiyacı var. Yoksa yok mu? Başlığa gönderme yapan sonnot yazasım geldi. O bakımdan.