Pazartesi, Haziran 11, 2007

İkinci el eşyalardan bozma ilk evim

Dersler biter bitmez kendi başıma yaşayabileceğim ama bütçemi altüst etmeyecek bir ev aramaya koyuldum. Bodrum katlarını ve kirli apartmanları dolaştığım halde inancımı kaybetmedim ve arayan derviş misali buldum ve çok mutlu oldum. Bu kendi başıma taşındığım ilk ev olduğu için de ayrıca mutluydum. Durumu epey romantize ettiğimi farketmekle birlikte bu tepkimi “hassasım ama duygusal değilim” diye dengelemeye çalışıyorum. İngilizcede biraz daha anlamlı: “I am sensitive, not emotional”. Fransızca dersimden kalan zamanda ev aramaktan, sonra ikinci el eşya aramaktan pek başka bir şey yapamadım arada yaz geldi derdirten ender günlerde.

Kışın aldığım koltuk dışında, tabak çanak ve bir dükkanda pek ucuza bulduğum kullanılmış bir mikser seti ve bir evin önünde atılmış açılır üç sandalye de dahil olmak üzere herşeyim ikinci el. İkinci el eşya bulmak gerçekten kolay, yardımsevenler derneği ya da mesela burda otizm derneği gibi yerlerin para toplamak amacıyla çalıştırdıkları ikinci el satış dükkanları var, okulların bittiği dönemde sokakta koltuk ya da yatak falan bulmak da pek mümkün. Ivır zıvırlar için de her-şey-bir-dolar türünden dükkanlar var, şimdi banyo perdesini de nerden bulacağım demeyip bu dükkanlardan büyükçe olan bir tanesine gidip, efendime söyleyeyim, sadece banyo perdesi değil onu takmak için lazım olan adını ne türkçede ne ingilizcede bilmediğim nesnelerden de alınır, yanında başka bir sürü zerzavat da alınır. Bu dükkanları bulmadan önce acıklı bir şekilde ikea’nın internet sitesinde gezip online alırsam ne kadar kazıklanacağımı araştırıp, var olan şeylerin gerçekten sadece küçük bir kısmını online alabildiğimi farkedip kara kara düşünüyordum, ah kamyoneti olan birisini ayartıp kendimi en yakın (100 km) ikea’ya götürtsem diye. Yaşasın bağımsız kadınlar nesli! Bir de Michelle diye çok tatlı bir kadının dükkanını buldum, öğrenci döküntülerinden ziyade zevk işi ve kullanılmamış kadar temiz eşyalar satıyor. Epey bir kadınca süslü püslü de şeyler. Bağımsız kadınlar da zevk sabihi olabilir! Herşeyin yanı sıra eşyaları bir araya getirirken epey şanslıydım, ezelden beri kullandığım gibi sade düz beyaz bir çalışma masası ve dükkanın ta diğer köşesinde masanın altına girebilecek gene beyaz bir dolap buldum. Masaya oturduğumda sanki bu hep benim masammış gibi hissediyorum. Romantizmin sınırı yok.

Neyse bir sürü şeyi pek ucuza denk getirip sokağa bakan giriş kapımın yanındaki sundurma benzeri yere bir plastik sandalye ve pembe-beyaz gayet neşeli sardunya bile aldım. Yeni evime ve ilk evime taşınalı bir hafta oldu, ne mutluyum ne mutluyum derken dün gece biri(leri) kapıma yumurta(lar) attı. Kimin attığını göremedim ama gülerek koştuklarını duydum. Çok sinirlendim, burnumdan tüttüyordum, dışarı çıkıp bakındım, saat daha geç bile değildi ve haftasonu olduğu için dışarda insanlar vardı yani nasıl da cesaret etmişler derken pencerede sızan yumurta sarısını da görünce hemen temizlemeye kalkıştım. Alt tarafı kendilerince eğlenen bir velet sürüsü ama nedense ben önce durumu gayet kişisel algıladım. Sanki birileri bana gıcık kapmış gibi, hatta ne o öyle sardunyalar, fazla cici herşey, o ne öyle sokak kapısının camında bile perde. Böyle burnumdan tüterken sokaktan geçen biri “sizin eve de mi yumurta attılar?” diye sordu, meğer sokak boyu birkaç ev hedef olmuş, sadece benimki değil. Rahatladığımı itiraf etmeliyim, nedense bunu bir ilk uyarı gibi algılayıp acaba ardından ne gelir diye düşünmeye başlamıştım ki gelişigüzel hedef alan bir barbar veletler sürüsü ile karşı karşıya olduğumu anladım. Amma abartmışsın diyenlere de “sizin kapınıza hiç yumurta attılar mı?” diye sormak isterim.

Durumu kişisel algılamanın ilk tepki olarak anlaşılır olmasının yanı sıra neden evimin fazla cici olmasına yorduğumu ayrıca analiz konusu ettiğimi de söylemem gerekir, huyum kurusun. Sanki haketmiyormuşum gibi tuhaf bir savunma refleksi, ikinci el eşyalarla kurduğum sevgili dünyam ne kadar da kırılganmış, bir iki yumurta bile sarsmaya yetti. İkinci el eşyalarla kurduğum aidiyetimin yumurtalarla sarsılacağını, ve aslında buraya ait olmadığımı hissettireceğini insan öngöremiyor elbette. Pek mi hassasım ne! O adamla konuşup işin aslını öğrendikten sonra kızdım tabii kendime biraz, ee birazdan fazlaca, hemen savunmaya geçtim diye. Yahu daha yatağım bile yok, bana geçen kış servete malolan açılır-yatak-olur koltukta yatıyorum. Yatağı da havaya ısmarladım, şimdilik, bir yerden gelecek, inanıyorum. Evet banyo perdem çiçekli, mutfak masam ve sandalyeleri de civciv sarısı, ne olmuş yani!

Sabah yeni evsahibemle kapımı ve evin önünü temizledik bahçe hortumunu kullanıp, nedense temizlemeyi kendi işi olarak algıladı, onun evi ya, bana da yardım ettiğim için teşekkür etti. İlginç. Ev eşya arama sürecinde herşeyin korktuğumun aksine gayet yolunda gitmesine ve aradıklarımı sandığımdan daha kolay bulmamın yanısıra insanların bizim alışık olduğumuzdan daha farklı şekilde iyi (yardımsever) olduklarını da gördüm. Belki evlerine çağırıp yemek ikram edip karnını doyurmuyorlar ya da başkasının işimi onun yerine yapmıyorlar ama yeni evsahibim bana bir kutu dolusu eski tencerelerini verdiğinde, beni evlatlığı gibi görüyor hissine kapılmadım da değil, epey şaşırdım. Öte yandan Michelle, sonradan almaya karar verdiğim mutfak masasına, evet civciv sarısı olan, taşıma parası almadığı gibi fiyatına indirim bile yaptı. Burda herkesin böyle olduğunu söylemeye çalışmıyorum elbette ama farklı bir yardım etme anlayışı var. Bir sürü insanın zor durumda olduğunun bilinci de pek yaygın, ve “hakediyorlar” gibi bir düşünce varsa da bizdeki kadar yaygın olduğunu sanmıyorum. Daha doğrusu, bir sürü insan ya geçmişte zor durumda olduğu ya da bir şekilde gelecekte olabileceğini aklından geçirdiği için başkalarına yardım etmeyi kendilerine bir görev gibi görebiliyor. (İsterseniz buna kapitalizmin olumlu ahlaki sonuçlarından biri de diyebilirsiniz). O yüzden de insanın eşyalarının olmaması gibi şeyler utanılacak şeyler değil. Yani düşünüyorum da, ortasınıf bir Türkiyeli için otizm ya da yardım derneğinin dükkanına gidip tozlu raflar arasında kullanılmış tabak, bardak alıp onları kullanması ne kadar mümkün? Tehlikeli sulara yelken açtığımın farkındayım, ama bunu ya aklına bile getiremeyecek ya da sadece burada yaban ellerde olmakla açıklayacak bir sürü insan tanıyorum. Özetle, yardım sevenler derneği gibi kuruluşların toplumdaki yeri ve yarattıkları çağrışımlar bizdekinden epey farklı. Tam da değer yargıları farklı olduğu için burda kimi durumlarda kendimi açıklamakta çok daha açık olabiliyorum: “yeni eve taşınıyorum ve hiç eşyam yok” diye Michelle’e anlatmaya başladığımda, o bunu bir tür yardım talebi olarak algılamıyor, ya da beni acınası zavallı bir duruma yerleştirmiyor. İnsanca, pek insanca. Bu diyalogun çok olağan geldiğini biliyorum, oysa aynı cümleyi herhangi bir durumda Türkiye’de kurduğunuzu ya da duyduğunuzu hayal edin...

Bu arada eski bloglarımdan birine atıfta bulunup, mutfak masamı (evet hala aynı civciv sarısı masa) getiren Michelle’in kocasının salona bir göz atıp, yeni evsahibemin tavandaki vantilatörü (bunun Türkçe ismi yok di mi?) çalıştıran ipi kopuk olduğu için (tipik kadın evi işte) bunaltıcı bir gece verdiği miniminnacık fana bakarak boşluk doldurmak için dayanamayıp “fan da pek küçükmüş” demesine sonradan çok güldüm. “Sessizlik beni rahatsız eder, kibar olup bir şey demeli, boşlukları doldurmalıyım ama hayalgücüm pek kıt”, ay çok acımasızım. Adam o kadar taşıdı masayı. Masa da minik ama.

Yaşasın bağımsız kadınların dayanışması! diyerek bitirmek isterim bugün.

Pazartesi, Haziran 04, 2007

tasindim STOP yeni evim cok guzel STOP fransizca calisiyorum STOP yazicam anacim STOP