Cumartesi, Eylül 02, 2006

Toronto'dan London'a: İlk İzlenimler

Sonradan her yerde karşıma çıkacak olan, kahve, kurabiye ve muffin sunan ve ucuz olan Tim Hurton'da (Toronto'ya gelen uçakta yanımda oturan 60'larındaki İsviçreli kadın bana bu zinciri anlatmaya çalışıyordu, ben Team'li birşey anlamıştım, kadınla fransızca konuştum işte çatpat) kahve içip blueberry'li muffin yedikten ve bir önceki yazıyı gelişigüzel döktürdükten sonra otobüs terminaline geri döndüm. Bavullarımı el arabasına yükledikten sonra 4:30 arabasına bana yer olmadığı anlaşıldığından elimdeki rezervasyon biletini gerçek biletle değiştirmek için yeniden gişeye gitmiştim. Gişede duran ve farklı işler yapan ama şu anda işleri olmadığından aralarında sohbet eden iki kadın, bir erkek, iki zenci, bir beyaz "gerçek bilet" istememe çok güldüler, ben de bir yere gidip kahve içmek istediğimi söyledim, sonra sohbet yolculuğumun uzunluğuna ve nereden geldiğime, adamın istanbula gitmiş olmasına evrildi. Oldukça sıkıcı bir işleri var, farklı yerlerden gelen insanlarla konuşabilmek işlerinin en eğlenceli yanı sanırım.

Otobüs, büyük şehirlerararası otobüslerdendi, sürücüsü de 50'lerinde, beyaz saçlı, takım elbiseli ve kalın sesli bir kadındı. Otobüsün bi de muavini vardı, o da aynı yaşlarda, şortluydu ve işi yol üstünde inecek yolcuları ayarlamak ve herkesin doğru yerde inmesini ve mesela taksi bulabilmelerini sağlamaktı. En ön koltukta oturduğum için muavinin yanında oturmuş oldum ve adam yol boyunca kitap okudu. Toronto'nun içini fazla göremedim ama iki şehir arası düzlük yemyeşildi. Yeşilin tok açık tonu insanı şaşırtıyor; sık ormanlık yok ama yemyeşil tarlalar veya boş alanlar var ve onun dışında kalan yerler hep büyük ağaç öbekleri. Ve bu manzara 2 saat boyunca hiç değişmiyor.

Toronto'dan çıkarken bir ara 4-4-4-4 şeklinde sıralanmış 16 şeritli bir yoldan geçtik, toprağın bu kadar büyük olması ve bu kadar genişçe kullanılmış olması eski kıtadan gelmiş birisinde şaşkınlık yaratıyor.

London'a vardığımızda karanlık olmuştu ve muavin benden Richard için de taksi çağırmamı istedi. Muavin yeni olduğumu biliyordu ve ona nasıl taksi bulabileceğimi sormuştum. Richard neden kendi istemiyor acaba diye merak ettim. Gayet sağlıklı dinç bir adam gibi görünüyordu göz ucuyla baktığımda. İstasyonda taksi durağının telefonunu açıp 3 taksi istedim, bir kadın da istemişti. Geriye döndüğümde Richard bavullarını tarif ediyordu, "üzerinde adım yazıyor" diyordu. Epey uzun boylu, yapılıydı, yanında "Seeing eye" bir kurt köpeği vardı. Otobüs şoförü yanıma gelip "ne kadar uysal bir köpek değil mi, yolda gıkı bile çıkmadı" dedi.

Taksi şoförü beni kalacağım pansiyonda bıraktığında doğru adreste olduğumu biliyordum ama buranın gerçekten bir pansiyon olduğuna emin olamadım, herhangi bir isim ya da tabela yoktu. Çekingenliğim karşısında yeni şehre vardığımı bilen şoför kapıyı kendi çalmaya teşebbüs etti, ev sahibesi kapıyı açtığında ikimize şaşkın bir yüzle bakıyordu, acaba iki kişi birden mi kalacak diye düşünüyormuş meğer sonradan söylediğine göre. Pansiyona vardığımda o yorgunlukla bavullarımı üst kattaki odama nasıl çıkarmışım bilmiyorum, sonra indirdiğimde buna çok şaşırdım.

Hiç yorum yok: