Cumartesi, Eylül 16, 2006

Burada serçeler bile tombul

Şişmanlık ya da burda obezitenin ne kadar yaygın olduğu üzerine yazmayacağım. Günlüğe koymak için ne sıkıcı bir konu, beslenme ve yaşama alışkanlıklarının karşılaştırılması, genetik varsayımlarda bulunma, vesaire vesaire. Sadece serçeler gözüme tombul göründüler, ben de bir gözlemimi paylaşıyorum. Üstelik günlük diye adlandırmakla birlikte bundan kastım günü gününe yazmak değil, gündelik şeyleri yazmak. Daha önceki kronolojik anlatımın bir yerden sonra çok sıkıcı olduğunu farkettim, diğer türlüsü ise bölük pörçük olacak. Belki de en iyisi ara başlıklar kullanmak.

Gündelik gözlemlerimden biri mesela ilk geldiğimde şehiriçi otobüs şoförlerinin şort giydikleriydi. Çoğu da gayet fiyakalı güneş gözlükleri takıyor, hala. Sonra Eylül ayının ilk pazartesi günü otobüs tarifeleri değişti, kış sezonuna girildi, daha doğrusu ana haberlere bile konu olan "Back to School" dönemine girildi ve şoförler pantalon giymeye başladılar. Böyle bir kıyafet düzeni var otobüslerde.

Gündelik olmanın yanısıra hergün gözlemlediğim bir şey de pek çok kişinin yolda, otobüste, koşarken, bisiklete binerken ipod ya da mp3 çalar dinliyor olduğu. Nasılsa sokakta birisiyle karşılaşma ya da kaldırımda giderken tetikte olma gereksinimi yok. Günün her saati kulaklıklarını takmış yalnız ya da köpekleriyle koşan, yalnız ya da köpekleriyle bisiklete binen, yalnız ya da köpekleriyle hızlı-yürüyüş (jogging de denir) yapan her yaştan insan görüyorum. Bu arada ben de bisiklete binme çaylaklığımı ara sokaklarda, iki tarafı çimen kaldırım bandında bisikletle dolaşarak aşmaya çalışıyorum, daha arabaların yanından gidecek kadar rahat olmadığım için dün okula bisikletle gitmekten vazgeçtim. Sonra akşam dönerken yanımdan seksen yaşında bir kadın geçti bisikletle ve kask da takmamıştı. Sinirlerim bozuldu biraz sanırım, haliyle. Neyse ki uzun sürmedi.

Bu hafta dersler başladı ve çok yorucu geçti, salı günü asistanlık yaptığım filme giriş dersinin film izleme seansının gece onda bittiğini o gün öğrendim, sabah dokuz buçuktaki bir dersin deneme sürüşünü yaptığım gün. Ertesi gün eve dönüşte sağanağa yakalandım. Otobüsten inip köşedeki markete sığındım ama yavaşlayacağa benzemiyordu. Bir süre bekleyip, bir süre de markette dolandıktan sonra şemsiyeme güvendim. Aynı köşedeki ışıklardan karşıya geçemeden pantalonum ıslanmıştı ve iki blok yürüyüp eve vardığımda duştan çıkmış gibiydim, evet şemsiyeyle. Ayakkabılarımın su geçirmez olduğu iddia ediliyor ama bu özelliği yol kenarından akan selden geçerek test ettiklerini sanmıyorum. Neyse ki eve gidiyorum dedim ama sırt çantamı açtığımda içinden avuçla sular çıkınca "welcome automn, welcome to London" diye şarkı söylemeye başladım. Çantamdaki cüzdan dahil herşey ıslanmıştı. Fermuarını tam kapamadığımdan şüpheleniyorum hala, ama hepsini tam kapamamış olamam. Dahası yarım saat sonra bölümdeki iki yoldaşla buluşmam gerekiyordu. Zaruretleri çantamdan çıkarıp kurtarmaya, şey, kurutmaya bıraktığımda buluşmayı iptal etmek için çok geçti, yağmur da hafiflemişti zaten.

Kültür şoku (bkz. ara başlık)
Yoldaşlardan biri arkadaşının dediğini alıntıladı "Kültür şoku yaşamadım diyen yalan söylüyordur." Ne menem bişey olduğunu, neden acaba yaşamadığımı düşünürken bu hafta önce yorgunluktan olduğunu düşündüğüm ama sonra sadece onla kalmadığını farkettiğim "dili duyma eşiği" diyeceğim şeyi iyice farkettim. Başka bir dildeki konuşmaları anlamak için daha sesli duyma gereksinimi diye açayım. Mesela etrafımdaki ingilizce fısıltıları, yani fiskosları anlamamak dışında, dinlemediğimi de farkettim. Televizyonu normalden daha sesli dinleme ihtiyacı duyuyorum. Sonra kalabalık bir yerde etrafımdaki konuşmalar birbirine karışınca Çince gibi gelmeye başlıyorlar, herhangi birini seçmiyor algım. Algıda seçicisizlik. Hepsi aynı düzlemde ve aynı uzaklıkta. Tam da bu nedenle bu hafta dersime girdiğimde öğrencilerin beni anlamayacaklarını düşünmüşüm, sonra anladıklarını görünce de epey şaşırmıştım.

Ana başlığa atıfta bulunan ara başlık
Etrafımda gördüğüm insanların çoğu benzer toplumsal sınıftan ve 20lerinde olduklarından Kanada'da obeziteye dair fikir yürütmem saçma olur. Ama görmeye alışık olmadığım bir beden biçimi var: Obez olsun olmasın, genç yaşlı, ama özellikle gençlerde daha belirgin olan, beline cansimidi takmış görünümü çok yaygın. Yani armut biçimi falan değil, kum saatinin tam tersi. Üst beden ve kalçadan aşağısı ince, yani normal boyutlarda, belde ise şişirilmiş izlenimi veren bir katman, kütle. Kastettiğim göbek falan değil, gayet bel simidi. Hani torsodan kilo alanlar vardır, o da değil. İlk gördüğümde bakakalmıştım, kendimi çok zorladım bakmamaya. Sonra gençlerde de daha küçük ölçekli de olsa benzer bir durumun olduğunu görüp, nedenlerini araştırmayı daha sonraki bir zamana erteledim.

Günlük yazarken ve gündelik gözlemlerimi aktarırken buradakilere "yerli" muamelesi yaptığımı farkettim ama sonra bunun ironisinin eğlenceli olduğuna karar verdim. Farklı kültürlerde patates kızartmasının nasıl yenildiğine dair daha fazla bilgi için bkz: Pulp Fiction.
ps: Burada her şeye ketçap konuluyor.

Hiç yorum yok: