Pazar, Nisan 15, 2007

itiraf.com

Seneler önce ilk duyduğumda girip bakmıştım insanlar ne itiraf ediyorlar diye, itiraf.com'a. O zamanlar, yanlış hatırlamıyorsam her yazılan yayınlanıyordu. Okurlar için eğlenceli anektotlar sunuyor, insanlar birbirlerine bir önceki akşamki diziyi anlatır gibi okudukları itirafları anlatıyorlardı. Fazla sansasyonel bulmuş pek hoşlanmamıştım. Bu dediğim yıllar önce oluyor. Geçen gün aklıma geldi ziyaret ettim sayfayı. Artık yazılar denetimden geçip yayınlanıyor. Saatlerce okudum. Bu defa bende bıraktığı izlenim ucuz bir iç döküp rahatlamanın ötesinde yurdum insanının sağduyulu gözlemlerine saygı duymak oldu. Bu sitenin bir tür toplumsal eleştiri ortamı yaratığını söylersem bundan ne demek istediğimi açıklamam gerekecek ki her sağlıklı akademisyen gibi şu an buna zamanım yok. Henüz elimde yeterince veri yok diyerek geçiştireceğim bunu.

On altı yaşındayken yazın erkek arkadaşımla tatile gitmek için annemden izin istediğimde annemin gençlik anıları kabarmış, bize oturup hipi maceralarını anlatmıştı ballandıra ballandıra, sonra da "ama burası Türkiye" demişti. İkna etmek çok zor olmadı. Yurdumun bol tatilci sahil kentlerinden birinde parasızlığı umursamaksızın "The Doors" filminin sıcak Kaliforniya sahilleri sahnelerini aratmayan ve annemin hipi maceralarına inadım inat bir tatil geçirirken bir yandan da tatilci yaşıtımız bir grupla kaynaşıp sabahlara kadar dans edip kumsalda şarkı besteliyorduk. Güzeldi. "losing my religion" en sevdiğimiz parçaydı. Bir gece sahilde herkesin yaptığı gibi turlarken biri gözüme fener tuttu, feneri indirmiyor, bir elindeki fotoğrafa bir bana bakıyordu. "Adın ne? Yaşın kaç? Nerelisin? Annen baban nerde?" diye sert bir sesle ardı ardına sorular soruyordu. Herhangi bir açıklama olmaksızın karanlıkta yüzüme fener tutulup sorguya çekilmeye fena halde bozulduğumdan aynı şekilde sert yanıtlar vermeye başladım. İki polis memuru olduklarını ancak gözüm alışınca anladım. Nedense sonradan soruları soran sesini biraz yumuşatıp açıkladı, kayıp bir genç kızı arıyorlarmış. Yaşımı duyunca da ailem nerde diye sordu. On sekiz yaşından küçük olduğum için beni karakola alıp ailemi aramaya hakları varmış. Bunun üzerine yine sert bir sesle, ama bu defa içten içe titreyerek ailemin haberi olduğunu söyledim. İkna olup gittiler ama bütün gece sinirden titremiştim, ne hakla bana bunları sorabilirler diye.

Polis memurları elbette işlerini yapıyorlardı, evinden kaçmış ya da kaçırılmış birini arıyorlardı ve bunun için ellerinde kayıp kızın bir vesikalık fotoğrafı ve fener ile sahil boyu gençleri tarıyorlardı. Bunda bir tuhaflık yok. Sinirlenmeme gelince onu şimdi daha iyi anlayabiliyorum sanırım: her an nerde olduğunu ve ne yaptığını açıklamak zorunda kalabilirsin, annene ya da babana değilse bir meraklı komşu çıkar, komşu değilse burnu uzun bir akraba, akraba değilse grup halinde şen şakrak kumsalda yürürken yüzüne bir fener tutar biri "Ne yapıyorsun burda!?!"

Kayıp kız bir suçluydu sanki, ne de olsa kaybolmuştu. Potansiyel "kayıp kız" olan her genç kız da potansiyel suçluydu. Onlar da bir gün kaybolabilirler çünkü. "Kayıp kız" bir anlamda suçluydu çünkü ebeveynlerinin koruyucu gözetiminden çıkıp devletin gözetim alanına girmişti.


Kadın olmak her an suçlanabileceğinin bilinciyle daima buna hazırlıklı olma endişesiyle yaşamak demek
. Diğer bir deyişle "kadın", gözetim alanlarının sınırlarını tehdit eden toplumsal varlıktır.

Hiç yorum yok: