Cuma, Kasım 03, 2006

filozofikus domestikus

Sonunda domestikleştim, yani odam daha evcimen hale geldi ve zaten hava dışarda sürtüp bisiklete binmeye elvermeyecek kadar soğuduğundan, odam da konforlulaştığından dolayı içerde kalmaktan gayet mutluyum.

Nerdeyse hergün hava durumunu takip ediyorum, şu an resmi olarak -2, hissedilen -8. Kim hissediyor, nasıl ölçüyorlar bilmiyorum ama asıl önemli olan hissedilen derece, ha bir de rüzgarın hızı. Burda küfür kullanmanın çok doğal sayıldığından bahsetmiş miydim?

Ortamın samimiyetine bakıyor tabii, ama yaş veya mevki önemli kriterler değil daha çok nasıl insanlarla konuştuğunla ilgili. Çok doğal sayılan başka bir şey de derste, otobüste vs yemek yemek. Ne olursa. Dersin ortasında birinin çantasından plastik kabını çıkarıp içindeki şeyi, veya sandviçini veya biraz önce aldığı pizza vs yemesi, elmasını kemirmesi gayet doğal karşılanıyor. Görgü kuralları, yenen şeyin diğerlerinin iştahını açacak kokular yaymamasını ve derste meydana geliyorsa söz konusu eylem çok ses çıkarmamayı içeriyor sadece. Ama derste film izlerken, öğrencilerin mesela patlamış mısır yediğini de gördüm, yani duydum. Endişelerimin arasına başkalarının yanında onlar yemezken bir şey yemeyi de katmış olduğumdan ya aç kalıyorum, ya da etrafımda kimse yokken yiyorum. Bu tamamen gittiğim ilkokulla ilgili. (Bu da günün oto-analizi oldu.) Bir de termos ya da şişede su, kahve veya çay taşımak, bilumum anlarda o sıvıları tüketmek, ve bi de yemeği evde hazırlayıp yanında taşımak çok olağan. Hatta herkesin elinde su şişesi, içtikçe güzelleşiyorlar. Şişe suyun kola fiyatına satıldığını, ama musluk suyunun içilebilir olduğunu da ekleyeyim. Merak edenler var da, bir arkadaşım fiyat soruyor bana sürekli, makinelerden alınca su (ve kola) 2 dolar. Evet, küçük şişe su. Ama işte her yerde fiyatlar değişiyor, bu en pahalı fiyatı. Bir de tüm fiyatlara ödemeyi yaparken kdv ekleniyor. O yüzden what-you-get-is-not-what-you-see.

Bugün arkadaşlarımı düşündüm. İşte, dostlarımı. Tek tek. Kış bunalımım geliyorum diye sanırken çoktan gelmiş bile. Bir de yıldızların ışığının milyonlarca yılda yeryüzüne ulaştığını, hatta gördüğümüz yıldızların bazılarının o anda aslında sönmüş olduğunu düşündüm. Bunu bilerek yıldızlara bakmanın da bir tür zaman kaleydoskopuna bakmaya benzediğini. (Başlığı hakettim şimdi, di mi?)

Bu arada, evdeki kedi etrafa işeyip koku egemenliğini ilan etme çabalarını sürdürürse çok yakında gidici. Bakınız, menekşemin çiçeklerini yerken:



Sandalye tepesinde okumaktan çok bunalıp sonunda dayanamayıp koltuk ve düzgün sandalye aldım geçen hafta. Koltuğum (
love seat deniyor burda, iki kişilik olduğu için, ama sofa diyen de var, ben kısaca koltuk diyorum) eve geldiğinde çocuklar gibi sevindim, taşıma masrafına verdiğim paranın üzerinde fazla durmayacak kadar. Odamdaki kullanılmaz durumda olan şöminenin önüne tam sığdı, içim içime sığmadı. Bilmiyorum, insan böyle bir şeye bu kadar sevinir mi, seviniyor işte. Odamın yeni halinin fotoğrafını çektim hiç zaman kaybetmeden. Fotoğrafların eşyaları ve mekanı olduğundan güzel göstermesine bayılıyorum. Bir de halefime inat (ve de nispet) çalışma masamın fotoğrafını ekliyorum.

sn: başlık "tatlı su filozofu" gibi oldu biraz ama, tatlı suların da filozofa ihtiyacı var. Yoksa yok mu? Başlığa gönderme yapan sonnot yazasım geldi. O bakımdan.

Hiç yorum yok: