Pazar, Ocak 20, 2008

mutfak ekonomisi ve küresel kanada mutfağı

Günlük tutmayacağım burda dedim ama yazmayalı da ne kadar çok zaman olmuş. bu arada Montreal'e gittim Kasım ayında, sonra Noel'de Ohio'ya gittim. yılbaşından sonra acayip parasız kaldım. haliyle. Amerika'dan kediyle döndüm, şimdi altı aylık bir kediyle yaşıyorum. hayatımın en güzel değişikliği son zamanlarda olan. facebook'a koyuyorum fotoları o yüzden de biraz ihmal ettim burayı. ha, bir de artık annem de facebook'ta, tabii ne kadar kullanır onu bilemiyorum ama diyeceğim, annem bile facebook'ta. bilemiyorum artık lafım kime gitsin.



ABD'de pek çok şey Kanada'dan çok daha ucuz, nedenini tam kestiremedim. yani kestiriyorum elbet ama iki ekonomiyi de karşılaştıracak kadar iyi bilmiyorum. Kanada'ya geri dönmeden önce ben de geleneğe uyup bütçeme göre alışveriş yaptım, market alışverişi. bütçemde olmadığı halde kitap da almıştım o yüzden bütçe diye bir şey pek kalmamıştı ama az bir şey almaya karar verdim. hani geçen sene herşeyin nerede üretildiğine bakma takıntım vardı. kıyafetlerin, ayakkabıların, mobilyaların, eşyaların. bu sıralarda da yiyeceklerin nerede üretildiğine bakma merakı geliştirdim. hani burda ne yiyorum diye soracak olsanız, bence Kanada'da yaşam deneyimini çok güzel tarif eden bir şey çıkıyor ortaya. şöyle bir liste çıkıyor mesela:



isviçre peyniri, alman salamı, yunan beyaz peyniri, kaliforniya bademi, kaliforniya cevizi, kaliforniya kuru kayısısı (kaliforniyada bu kadar tarım yapıldığını bilmiyordum, marketten öğreniyorum, bu arada türk kayısı üreticilerine de dağıtımlarının kötü olduğunu hatırlatmak lazım, türk kuru üzümü bulunuyor ama türk kayısısı her yerde bulunmuyor), güney afrika konserve şeftalisi, kolombiya kahvesi, ingiliz çayı (o da türkiye'den getirdiğim çay hemen bitmesin diye sabahları içtiğim poşet çay), tayland ton balığı (evet ya, tayland), etc. etc.



bazı paketlerin üzerinde kanada adresi var ama zeytinyağının kanada'da üretildiğini hiç sanmıyorum. italya ve ispanya gibi zeytin ve zeytinyağı sanayii gelişmiş ülkeler şişelemeden de zeytinyağı satıyorlar ve alan firmalar piyasaya uygun bir lezzet yakalamak için (nerden ibliyorlarsa insanların neden hoşlandıklarını) bir kaç tür ve kalitede zeytinyağını karıştırıyorlar, mesela ispanya rivierasıyla italyan süzmesini. dolayısıyla üretildiği yerde şişelenmeyen zeytinyağının ne olduğunu ve nerden geldiğini kestirmek zor olduğu gibi, aslında bir karışım almış oluyorum, ama ucuza geliyor. bi daha sefere gelirken siyah zeytin de getireceğim, burda bir tek salamura siyah zeytin var, biz ona zeytin demeyiz :) bi de üstelik kalamata zeytin, hiç hazzetmem. bu zeytinin salamura veyahut da turşu olduğunu ve bizde makbul olmadığını anlatmaya çalıştım arkadaşıma, lafı fazla uzattım sanıyorum. bir şeyin aslını bilince insan ister istemez ukala oluyor. evet "aslı" diye bir şey var, sabahları beyaz peynir ve siyah zeytinle kahvaltı etmiş biri için beyaz peynirin "aslı" ve zeytinin "aslı" diye bir şey var bu dünyada. bu kültürel çeşitlilik ve kültürel göreceliliğin bittiği bir nokta var: o da benim damak tadım. neyse, abd'de gittiğimiz, daha çok gourmet yiyecekler satan bir marketten küçük bir kavanoz fas üretimi sele zeytini aldım, keşke birden falza alsaymışım.



kanada'da hele de ontario ovasında yetiştirilen şeyler var tabii, ne de olsa ontario tarım ovası, hmm, mesela elma. geçtiğimiz yazın sonunda satış yapılan bir çiftliğe gidip sepetle elma ve üzüm topladık. aklıma geyve ovasının meyve bahçeleri ve orada yediğim elma ve ayvalar geldi tabii. bir de yağmurlardan sonra yaptığımız bağ bozumu. gene geyve'de çitlerine "bakıp da nazar etme, gir bahçeme istediğin kadar ye" yazılmış meyve bahçeleri geldi. işte yaz sonunda çiftlikte elma ve üzüm toplamamızın ne bağ bozumuyla ne de o meyve bahçelerine dalmakla bir benzerliği var. "bahçeye dalmak" diye bir şey var mesela, istanbul'da büyümeme rağmen az "bahçeye" dalmamışımdır. en çok da dut ve ceviz. hele incir dediğin her yerde biten bir ağaçtır, yani incir yemek için bahçeye bile dalmak gerekmez çoğu zaman. hala daha manavda incir satıldığını gördüğümde küfür yemiş gibi olurum. neyse, ben ontario bahçesini anlatıyordum, daha doğrusu çiftliğini. elma ve üzüm ağaçlarının yanı sıra, girişte çitle çevrilmiş bir alana da çiftlik hayvanlarını koymuşları, adına "çiftlik" demek ayıp olmasın, çocuklar da gerçek hayvan görüp eğlensin, öğrensin diye. çiftlik-marketler haliyle şehrin biraz dışında, haftasonları ailelerin uğrak yerlerinden. çiftliğe arabayla giriliyor (drive-in çiftlik), girişte bize birer sepet ve bir liste veriliyor. sağlı sollu her ağaç sırasına bir numara verilmiş, listede de hangi sıranın ne tür olduğu, ve hangi sıralardan toplanabileceği yazıyor. yani listeyle "bahçeye dalınıyor". hani bunu sever miyim diye dalından tatmak biraz ayıp, çünkü çıkışta sepet tartılıp parasını ödemek gerekiyor. ben de yere düşmüş ve ezilmemişlerden tattım. ona yakın elma çeşidi vardı. çıkışta da gene çiftlikte üretilmiş meyve sebze ve doğal üretim reçel ve hatta pasta satılan bir market var. hiç dalından toplama derdiyle uğraşmayıp direk ordan da alınabiliyor. gelecek bahar çilek "çiftliğine" gitmek istiyorum, ontario'nun çilekleri küçük ve lezzetli. yerel üretimi destekleyen marketlerden bir kaç defa "yerel üretim" çilek almıştım.

2 yorum:

subversion dedi ki...

St. Thomas'a ve Port Stanley'e giden yolun uzerinde oyle bir kac ciftlik var. Hatta cilek mevsiminde (erken ilk bahar) gidersen istersen gidip toplayabiliyorsun. Geyve gibi degil tabi, parayla... Gitmek icin arabaya ihtiyacin olur ama. Eger gidersen, Port Stanley'de eski postaneyi guzel bir lokantaya cevirmisler, bir strawberry short cake'leri var dene :) Istanbul disinda yedigim en guzel midyeleri de Port Stanley'de (baska bir lokanta) yemistim.

jr.otopsi dedi ki...

hoca nbr... görsel ekleseydin keşke görmek istedim birazcık. Birde şu parayla dalmak sözüne bittim zira biz hala bahçeye beleş ve illegal yollardan giriyoruz (dalıyoruz) :wow: